Gıda Devrimine Hoşgeldiniz: bütün devrimlerin en önemlisi!

basak bartu ingegnere alimentare esperto di alimentazione sana e sostenibile

Beni takip etme azmini gösterecek herkese şimdiden teşekkür etmek istiyorum. Hiç ayırım yapmaya niyetim yok: bu içerik deposuna “meraktan uğrayanlara” ve hatta bir tarife göz atmaya geleceklere de teşekkürler. “Tohum atmanın” önemine güveniyor ve kişisel eylemlerin, insanlığın kendini içine düşürdüğü büyük problemlere karşı başlatılan savaşı yenebileceklerine inanıyorum.
Bunu gerçekleştirebilmek için, irili ufaklı gündelik eylemlerimiz aracılığıyla, değişimi kabullenmeliyiz. Gıdadan başka diğer hangi sektör, devasa bir dalga yaratma potansiyeline sahip ki! Çünkü bu gerçekten değişmek anlamına gelir: önce kafada başlayan ve gerisi kendiliğinden gelen.
Hedefimin gerçekleşmesini arzu ediyorum. Ve benimle aynı hedefi güden diğer herkese yardım etmek için buradayım. İyi yemek, sağlık bazında iyi olmak anlamına gelir. Bunu başarmak da tüm sonuçlarıyla değerlendirildiğinde, dünyayı kurtarabilir. Dolayısıyla insanlığın geleceğini de.
Sözü doğrudan Manifesto’ya bırakıyorum. Gıda Devriminin kılavuzu hep gözünüzün önünde olmalı, ona buradan ulaşın.
Fazla vakit kaybetmeden hepinize hoşgeldiniz diyorum, yapılacak çok işimiz var. Ama birlikte olursak başarabiliriz.

 

 

Manifestosu’nun 3 noktası

 

 

Cheap – Ekonomik: herkesin iyi beslenmeye hakkı vardır!

Oysa, hepimiz tam tersini düşünmeye şartlanmışız: dengeli beslenebilmek için zengin olmak gerekir. Yanlış.

En uzun ömürlü kişiler, dünyanın ücra köşelerinde, zenginlikten ve şatafattan bihaber yaşıyor. Ekonomik bir şekilde sağlıklı beslenebilmek için, gereksinim duyacağımız iki şey organizasyon ve disiplin. Size dengeli beslendiğinizde mutfak masraflarınızın artmayacağını, tam tersine azalacağını ispat edeceğim. Benim 2 kişi için gıda alışverişim 10 yılı aşkın bir süredir ayda yaklaşık 1300 TL tutuyor: (günümüz kuruyla yaklaşık 200 Euro’ya tekabül ediyor) bu da günde 50 TL’den az bir bütçe ile sadece yüksek kaliteli ürünlerden oluşan kahvaltı, öğle yemeği, akşam yemeği, su, çay, kahve, atıştırmalıklar, meyve, sebze ve arada bir olmak kaydıyla şarap ve bira gibi ekstraları da satın alabilmeye izin veriyor. Bunun nasıl mümkün olabileceğini, üstelik mutfakta saatler geçirmeden nasıl yapılabileceğini detaylarıyla açıklayacağım.

1300 TL bazılarınıza çok az, bazılarınıza fazla gelecektir. Ancak, değerlendirmelerinize lütfen benim ve eşimin bu tutara, sadece Türkiye’de yaptığımız harcamalar ile ulaşmadığımızı da ekleyin. Yaptığımız seçimler doğrultusunda, yılın 6 ayını Türkiye dışında, Orta İtalya, Portekiz ve Yunanistan gibi çok pahalı olmayan, ama yine de birer Avrupa ülkesi olmaları nedeniyle, Türkiye’den çoğu kez daha masraflı olan ülkelerde geçiriyoruz. Bu da ister istemez ortalamayı yukarıya çekmekte. O halde size 2 kişinin mutfak giderlerini karşılamak için ayda en fazla 1300 TL harcayacaksınız desem, denemek ister misiniz?

Healthy – Sağlıklı: bu beden bize aittir!

Doğru söze ne denir, ama en son ne zaman bedeniniz için sorumlu bir şey yaptınız? Pek çoğumuz için, sağlıklı olmak için yapılması gerekenler, rutin doktor kontrollerine gidip, doktorun yazdığı reçetelere harfiyen riayet etmekten öteye gitmez. Masalarda sürdürülemez bolluğa sahip olma hırsımız, hepimizi kör etti ve en saçma davranışları bile normalleştirdi: aynen hastalıklarımızı tedavi etmek için, bizi asıl hasta eden yaşam tarzımızı değiştirmek yerine, kendimizi ilaçlara ve sadece hastalıkların belirtilerini gidermeye yarayan bir yaklaşıma emanet ederek, yaptığımız yanlış davranışlar gibi. 2012 yılında 17.5 milyon kişinin kalp-damar hastalıkları nedeniyle can verdiği varsayılıyor, bu rakam bir başka deyişle tüm dünyadaki ölümlerin %31’ine tekabül ediyor(1). Bu “hastalıklı refah” içinde geçen 35 yılda (1980 ve 2014 yılları arasında) tüm dünyadaki şeker hastalarının dünya nüfusuna oranı, %4.7’den %8.5’e yükseldi(2). Bugün tüm dünyadaki 2 milyardan fazla kişi aşırı kilolu olarak tanımlananlar arasına girmişken ve bunların 700 milyonu ise obezlik eşiğini aşmış halde(3). Elbette ki, kalp damar hastalıklarının ve metabolik rahatsızlıklar olarak tanımlanan tüm diğer sağlık sorunlarının, kötü beslenme ve hareketsiz bir yaşam biçimi ile doğrudan ilişkili oldukları tartışılmaz bir gerçek.
Uzun lafın kısası, aşırı ve kötü besleniyoruz.
İşte bu yüzden yediklerimizin miktarını azaltıp, kalitesini arttırmalıyız: bu, uzun ve sağlıklı bir hayat sürebilmek için yapmamız gereken tek şey. Nasıl yapılacağını anlamanız için hep yanınızda olacağım.

 

 

Ethical – Etik: biz bu dünyanın sahibi değiliz!

Doğduğumuzdan beri bize söylenenin tam aksi, değil mi? Biz bu dünyanın sahibi değiliz, onu gelecek nesillerden ödünç almışız. Tüketimciliği referans model olarak almayı kabullendiğimizden beri, ne kendi geleceğimiz ne de bizden sonrakilerin ve hatta milyonlarca yılda oluşmuş rezervlerini tüketirken gezegenimizin geleceği için en ufak bir endişe duymaksızın, bunu, her bir alışkanlığımızın taşıyıcı sütununa büyük bir marifetle uyguladık. Dünya, sorumsuzca yürütülen insani faaliyetler nedeniyle can çekişiyor. Çiftçilerin, binlerce yıllık tarımsal geleneklere sırt çevirmeleri istendiğinde, gözlerimizi kapattık; gerçek lezzetleri “sahteleriyle” hiç soru sormadan takas ettik; adına konvansiyonel -geleneksel, yaygın olarak kullanılan anlamına gelen- dedikleri endüstriyel tarımın, aşırı miktarda gübre, aşırı miktarda pestisit, aşırı sulama, aşırı mekanizasyona dayalı oluşundan, sunmakta olduğu rekabetçi fiyatlar ve her zaman hayalini kurduğumuz bolluğu masalar taşıyabilmesi nedeniyle, hiç mi hiç rahatsızlık duymadık. Aynı şey, aynı sebeplerle, hayvan yetiştiricilerine de dayatılmaya başlandığında, biz yine seyirci kalmaya devam ettik. Az ama sağlıklı olanı, “gerisi-kimin-umurunda” diyerek, çok ile değiş tokuş ettik. Hayvan çiftlikleri toplama kamplarına dönüşürken ve burada tutulan hayvanlar çoğu kez kısa hayatları boyunca bir gün bile güneş yüzü görmeden, yiyeceğe dönüşecekleri günü beklerken, yeter ki hafta sonu doyasıya bir mangal yapıp yiyebilelim diyerek hiçbirimiz kılımızı kıpırdatmadık. Sadece 40 yıl içinde, bu mesuliyetsiz uygulamalar yüzünden, su kaynaklarımız azalıyor, toprağın verimliliği sürekli tekrarlanan kimyasal muameleler nedeniyle zarar görüyor, soluduğumuz hava ve içtiğimiz su tüm bu sıralanan hataların kalıntılarını taşıyor. Tüm bunların üstüne bir de, bize “düşük fiyatlı bolluk” sağlamaları için sömürdüğümüz üçüncü dünya ülkeleri halklarına yaptığımız haksızlıkları eklemeliyiz. Tarım arazisi açabilmek için yakılan ve yok edilen ormanlar bünyelerinde, biyolojik çeşitliliğin de ötesinde pek çok yerel halk barındırıyor.
Benim yüreğim artık bunlara elvermiyor, eğer benimle aynı fikirdeyseniz hangi yolu izlemek gerektiğini en anlaşılır haliyle tarif edeceğim. 

Ve işte Devrim!

Eminim ki yukarıda sıraladığım problemleri ilk kez duymuyorsunuz, ve yine eminim ki bu sorunlar karşısında kendinizi ilk kez çaresiz ve aciz hissetmiyorsunuz. Hep, ilk adımı başkaları atsın diye bekliyoruz, ancak karar vericiler, yetki sahibi liderler sessizliği tercih ediyor. Onlar susarken, her geçen gün bizi o uğursuz 2050 yılına daha da yakınlaştırıyor. O tarih niye mi uğursuz? Çünkü eğer beklentiler doğru çıkarsa -ki herşey bunu doğruluyor, dünya nüfusu 10 milyara yaklaşmış olacak. Kalan hammadde rezervlerini, artık büyükler sofrasına oturmak isteyecek, sayıları gitgide artan üçüncü dünya ülkeleri halklarına da pay etmeye kalkışacak olursak, durum tamamen sürdürülemez bir hal alacak ve sadece bir mucize hepimizi besleyebilecek. Tarım endüstrisinin, çok uluslu ve tekelleşmiş kuruluşlarının açlığı bitirme vaatleriyle planladıkları uygulamalar mevcut durumu sadece daha da kötüleştirebilecek karakterde.
İşte bu yüzden gerçekten dünyayı değiştirmek istiyorsak, Godot’u beklemekten vazgeçip, önce kendimizi değiştirmeliyiz: kimsenin elimizden alamayacağı bir güce sahibiz, farkındalığımız.
Korkmayın, kimse sizden vejetaryen veya vegan olmanızı beklemiyor.

Çözümün parçası olmak

Çözüm, mutlakçılığa dayanmıyor ve bir etiket de taşımıyor, zira herkesi kendi kapasite ve olanakları doğrultusunda kucaklayabilmek zorunda. Hayvansal ürünleri beslenmelerinden çıkaranlara saygım sonsuz, ama hedefim %1’lik bir kitleyi %2’ye çıkarmak değil: kitlelere ulaşıp, onları biliçlendirebilmek, mottom kimseyi arkada bırakmamak üzerine dayalı, çünkü geleceğimizi iyileştirmek için harcanan her emek kutsaldır. Değişim herkesi, şimdi kapsamalı, yarın çok geç olabilir.

Dolayısıyla sorunun değil de çözümün parçası olabilmek için, bireysel olarak yapabileceklerimize odaklanmalıyız. Yaşamlarımızı 360° değiştirebilmek için yerine getirebileceğimiz eylemlerin sonsuz olduklarına inanıyorum; elbette alışkanlıkları yıkmak hiç bir zaman kolay değil, ama bir düşünün masaya biraz farkındalık koyabilsek ne kadar çok şey elde edebiliriz.

Eğer bana katılmak isterseniz, yaşam tarzınızı ve Evimizin geleceğini iyileştirmek yolunda size yardımcı olacak her türlü bilgiyi paylaşacağımı garanti ediyorum.

Değişim sadece bize bağlı

Ve öyleyse Devrim Başlasın!

 

Bibliografia
(1) Fonte: AIFA Agenzia Italiana del Farmaco
(2) Fonte: World Health Organisation – Global report on diabetes – 2016
(3) Fonte: The GBD (Global Burden of Disease) 2015 Obesity Collaborators – “Health Effects of Overweight and Obesity in 195 Countries over 25 years,” studio disponibile su: http://www.nejm.org/doi/full/10.1056/NEJMoa1614362